Bulunduğunuz Kategori: Tür

6
Nis

“Sil baştan başlamak delilik değildir. Delilik, sefil olmaktır ve etrafta yarı uykulu, uyuşuk günden güne dolaşmaktır.” - The Beaver

Bir başka Mel Gibson filmi ile merhaba.. :)) Alıştığımız savaş filmlerinin dışında çok farklı bir karakter ile karşımıza çıkıyor bu sefer. Üstelik birde kendisine Jennifer Lawrence ve Jodie Foster gibi yetenekli oyuncular eşlik etmiş. Ayrıca yönetmenliğini de gene Jodie Foster üstlenmiş..

Walter Black, kalabalık içerisinde yalnızlık çeken biridir. Çok güzel bir işi, 2 çocuğu olmasına rağmen depresyondan bir türlü çıkamamıştır ve her şey daha kötüye gitmeye devam eder. Şirket iflasın eşiğine gelmiştir. Eşide kendisine bu zorlu süreçte 2 yıl gibi bir süre destek olduktan sonra bazı şeylerin değişmediğini fark edince tek çareyi biraz ayrılmakta görüyor. Walter, ailesi ile vedalaştıktan sonra evden ayrılır ve bir otel odasına kısa bir süre yerleşmeye karar verir. 2 kere intihara kalkışır fakat bunlarda da başarılı olamaz.

5
Nis

“Çocukların sesleri olmadan, dünya ne garip bir yer…” - Children of men

Uzun zamandır bilim kurgu filmi izlemiyordum. Ne izlesem diye düşünürken adına sıkça rastladığım “Children of men (Son Umut) filminde karar kıldım. Film aslında diğer bilimkurgu filmlerinden oldukça farklı. Son Umut, diğer bilimkurgu filmlerinden daha farklı bir şekilde anlatıyor aslında konusunu. Bilimkurgu dediğimiz zaman aklımıza gelen ilk şeyler; robotlar, zıpladığında 10 metre yukarıya atlayabilen adamlar, uçabilen arabalar vs vs. Bu film bunlardan biraz uzakta ve daha gerçekçi bir şekilde işlemiş konusunu. Sanırım bu sebeple bilim kurgu türünde yapılan en iyi filmler arasında yerini almış.

2027 yılında İngiltere’de geçiyor hikayemiz. 18 yıldır kimse hamile kalamıyor ve dünyanın en genç çocuğun 18 yaşında olması ona büyük bir ün getirmiş. Tabii bu şöhret tehlikeyi de arkasından getiriyor. Kendisinden imza isteyen bir kişi ile tartışırken, vurularak öldürülüyor ve dünyada resmen yas ilan ediliyor. Haberleri herkes göz yaşları ile seyrediyor.

4
Nis

“Yıllardır günahlarımın dönüp, beni bulmasından korkuyordum.. Bu bedel, dayanamayacağım kadar ağır..” - The Patriot

Sıkça karşılaştığım ama bir türlü izleyemediğim The Patriot filmini sonunda seyredebildim. Mel Gibson‘un başrolde oynaması izlememdeki en büyük etkendi aslında. İzlediğimde ise niye bu kadar geç seyrettim ki diye düşünmeden edemedim açıkçası.. Harry Potter’da Lucius Malfoy olarak hafızalarımızda yer edinen Jason Isaacs ve Kara Şövalye filminde Joker karakterini oynayan Heath Ledger‘in (2008 yılında yanlış ilaç kullanımından dolayı aramızdan ayrılmıştır.) muhteşem oyunculuğu ile harika bir savaş filmi ortaya çıkmış.

Benjamin Martin, eskiden deneyimli bir askerdi. Eşini kaybettikten sonra onun için değerli olan tek şey çocuklarıdır. Fakat o dönem Amerika ile İlgiltere arasında yaklaşan bir savaş vardır. Benjamin, savaşa pek sıcak bakmayarak dahil olmak istememiştir. Savaş sırasında hayatını kaybetme olasılığı çok fazladır ve 7 çocuğunu geride yalnız bırakmak istemez. Ama en büyük çocuğu gönüllü olarak orduya adını yazdırmıştır. Tıpkı kendi gençliğindeki gibi.

4
Nis

“Ağrı kesicilerin işe yaramadığı bir dünya burası. Bu kadar çok acı olmasının başka bir açıklaması yok..” - Girl, Interrupted

1999 yapımı film ama ben daha bugün izleyebildim. Ara ara tempo yavaşlasada çok hoşuma gitti film nedense. Oyuncuların performansı resmen kilitledi beni ekrana. Hatta sanki o anlara hastaneden tanık oluyormuşsunuz gibi hissedebilirsiniz. Angelina Jolie bence, kariyerindeki en kral oyunculuğu sergilemiş. Yardımcı oyuncu olmasına rağmen, daha fazla dikkat çekmiş ve ödülleri toplamış.. Gene çok fazla lafı dolaştırmadan ben konuya geçiş yapayım direk. :)

Susanna, fazla miktarda aspirin alarak intihar eder ve hastaneye erken yetiştirilmesiyle kurtulur. Bu durumdan endişe eden ailesi, kendisini tedavi olması için hastaneye yatırmaya karar vermiştir. Kendisi her nekadar hasta olmadığını savunsada, doktorlar borderline (Sınır çizgisi) kişilik bozukluğu tanısı koymuşlardır. Tedavisi 18 ay sürecektir.

1
Nis

“Ben kötü adamım ve bu iyi bir şey. Asla iyi adam olmayacağım ve kötü bir şey değil. Yerinde olmak istediğim başka biri yok.”

Ne zamandır böyle keyifli bir animasyon filmi izlemiyordum. En son izlediğim Brave filmi güzel ve keyifliydi ama bu film bambaşka bir şey olmuş. İzlediğin en iyi animasyon filmler arasında ilk 3 sıraya rahatlıkla yer edindi bile kendine. Bu şekilde düşünmemin nedeni hiç şüphesiz konusu olsa gerek. 90′lı yıllarda çocukların çoğu atari salonlarında vaktini geçirirdi. Zamanla atarilerin eve girmesiyle salonlara olan ilgi azaldı. 2000′li yıllarda ise evlere bilgisayar girmesiyle atari devri kapandı. Ralph, bizlere o unuttuğumuz yılları hatırlattı.

Böyle bir senaryo nasıl ortaya çıkmış diye düşünmeden de edemedim açıkçası. Hayal gücünü baya zorlayan bir animasyon olmuş. Atari salonu kapandığı zaman, oyun karakterleri ne yapıyorlar hiç düşündünüz mü?

© Copyright 2010-2013 Sinemayı Bloglamaya Hazır mısınız?. Tasarım: — Dream Theme.

Üye Girişi Valid XHTML 1.0 Transitional I Love You Wordpress